İspanya Tarihi III - Tenerife Faciası

Tenerife Faciası olarak da bilinen Los Rodeos kazası 27 Mart 1977 tarihinde meydana geldi. Bu kaza, 500'den fazla insanın hayatını kaybetmesi nedeniyle dünyanın en büyük sivil havacılık felaketi oldu. 

Gazete başlığı Tenerife Faciasını bildiriyor.

Peki Los Rodeos kazası nasıl gerçekleşti? 

Bu meseleyi anlatmanın bir basit bir de karmaşık yolu var. Basit yoldan gidersek, pistin üstüne çöken sis ve pilotaj hatası yüzünden iki uçak çarpışır. Bu kadar. İki nokta arasındaki en kısa yol gibi düz. Karmaşık yoldan gidersek -ki hayatımızın şiarı olmuştur karmaşık yollardan ilerlemek- meseleyi anlamak için biraz tarihe bakmamız gerekir.

Tenerife, Kanarya Adalarından biridir. Afrika'ya 95 kilometre, İspanya'ya yaklaşık 1600 km uzaklıkta olan bu adalar İspanyol toprağıdır. Meselenin işte bu mesafelerle, ikinci dünya savaşından sonra yaşanan dekolonizasyonla bağlantısı var. Konuyu daha net anlatabilmek için -neredeyse her zaman yaptığımız gibi- maddelere ayırarak ilerleyeceğiz. Alakasız gibi görünen maddeler okuyabilirsiniz ama emin olun hepsi alakalı ve yine emin olun yazının sonunu Tenerife Faciasına bağlayacağım.

Kanarya Adalarının İspanya'ya ve Afrika'ya olan mesafesi

- 19. yüzyılın sonlarına doğru Afrika'da sömürgecilik yarışının kızışması üzerine, dönemin Alman İmparatorluğu şansölyesi Bismark'ın liderliğinde "birbirimizi yemeye gerek yok, gelin oturup konuşalım, şu işi bir düzene koyalım" niyetiyle 1884 yılında Berlin Konferansı toplanır. Bu konferansta alınan kararlarla gerekli bölüşüm yapılır ve Afrikanın kuzeyindeki Batı Sahara toprakları İspanya'ya bırakılır. 

Berlin Konferansı temsili. Bismark amca eline pıçağı almış Afrika'yı bölüyor

- 1965 yılında Birleşmiş Milletlerin kolonilere özgürlük verilmesi yönünde aldığı karar doğrultusunda İspanya Batı Sahara'dan çekilir. Bu çekilme öncesinde, bölgeyi sahipsiz toprak statüsünde (terra nullius) bırakmamak için Fas ve Moritanya ile görüşür, altı maddelik Madrid Anlaşması imzalanır ve bölgenin yönetimi Fas ve Moritanya'ya bırakılır. 

- İspanya'nın çekilmesinin ardından Fas, Yeşil Yürüyüş olarak adlandırdığı, görünürde sivil fakat on binlerce Fas askeri tarafından desteklenen bir yürüyüş başlatır ve Batı Sahara'nın büyük bir kısmını (siyaset boşluk tanımadığı için) işgal ederek burası artık benim toprağım, der. 

Yeşil Yürüyüş'ten bir kare.

- Diğer taraftan Moritanya'da kendi işgaline girişerek bazı bölgeleri ele geçirir. 

- Batı Sahara'nın özgürlüğü ve bağımsızlığını sağlamak için kurulmuş Frente Polisario (Polisario Cephesi) isimli örgüt ise bu iki ülkeye karşı savaş başlatır. Birkaç sene sonra Moritanya "amaaan kim uğraşacak şimdi bunlarla, benim derdim zaten bana yeter" diyerek işgal ettiği bölgelerden çekilir. Fas ise, "körün istediği bir göz Allah verdi iki göz" der ve bütün Batı Sahara'ya göz diker. Hali hazırda Batı Sahara'nın yüzde yirmi kadarı Polisario'nun kontrolündedir. Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti adı altında bir devlet kurulmuştur, bu devlet kısmi olarak tanınmaktadır.

Kısacası Afrika'nın kuzeyinde işler, İspanya'nın çekilmesinin ardından karışır. Bu hep böyle olur aslında. Game of Thrones'ta Robert Baratheon ölünce işlerin nasıl karıştığını hatırlayabiliriz. Güç gidince o gücün altında yıllar boyunca birlikte var olan küçük küçük güçler arasında savaş başlar. Bu konuyu ne zaman düşünsem aklıma Yugoslavya gelir ve sebebini benim de bilmediğim şekilde büyük bir üzüntü duyarım. Gören de dedelerim yugoslav göçmeniydi zanneder. Alakası yok. Neyse, slav halklarını bir arada tutan Yugoslavya'nın dağılmasının ardından neler yaşandığına bakarak da anlayabiliriz Batı Sahara'da olup bitenleri. (Yugoslavya mon amor, bu arada)

Ne baktın yegenim?

- Bu noktada, yukarıda bahsi geçen "Frente Polisario" örgütünden biraz bahsetmek gerekebilir. Polisario Cephesi, bütün bu dekolonizasyon süreci boyunca İspanya tarafından hiç iplenmemiş, muhatap bile alınmamış bir ülke tarafından desteklenmektedir; Cezayir. Örgütün kuruluşu Cezayir'de gerçekleşmiştir, örgütün propaganda yayınları Cezayir'den yapılmıştır, örgüte silah desteği Cezayir, Kaddafi Libya'sı ve az da olsa Sovyetler Birliği tarafından sağlanmıştır. Yani Frente Polisario ve bu noktaya kadar adını anmadığımız, arkada sinsi gibi duran Cezayir de az değildir hani.

- Cezayir Akdeniz'e kıyısı olmakla birlikte, her zaman Atlantik okyanusuna doğrudan bir çıkış istemiş ve bu rüyasını gerçekleştirmek için Sahara'nın ikiye bölünmesini, bir kısmının Fas'a, diğer kısmının ise Polisario'ya, yani dolaylı olarak kendisine verilmesini istemiştir. Bu hayalinden hala vazgeçmemiştir. Güncel olarak Cezayir'in arası İspanya'yla oldukça kötüdür ve Fas'la ilişkileri neredeyse yok denecek kadardır. En son birkaç sene önce, Fas'ın "sen Polisario'yu desteklersen ben de El Kabail'i desteklerim" demesiyle kopmuştur. El Kabail, Cezayir'de faaliyet gösteren ayrılıkçı bir örgüt. Bunlar bir tamamen küsüp bir azıcık barıştığı için son durumları nedir bilmiyorum.


- Yetmişli yıllardan beri meselenin içine girmeye çalışan ve hep dışa itilen Cezayir, bir gün Batı Sahara'dan kendine düşen payı alacağına inanmış olacak ki, bölgenin hemen karşısındaki Kanarya Adalarına da el atmıştır. Kanarya Adaları, Amerika kıtasına doğru yapılan ticaret için önemli bir ve stratejik bir limandır. Zira adalardan sonra ticaret rüzgarı olarak bilinen alize'ler başlamaktadır. Herhalde Cezayir "önce sahrayı alıyoruz, ardından kanaryalara çıkıyoruz, sonra kendimizi alizelere bırakıyoruz, sonra ver elini amerika kıtası" diye düşünmüş olacak ki "hazır dekolonizasyon başlamışken şu kanarya adalarına da bir el atın, kolonyalizmden geberdi adamlar" diye propagandaya başlamış ve tıpkı Batı Sahara'da Polisario'yu desteklediği gibi, Kanarya Adalarında da ayrılıkçı örgütleri desteklemiştir.

- Kanarya Adaları Bağımsızlık Hareketi 1964 yılında Antonio Cubillo adında bir avukat tarafından Cezayir'de kurulur. Cezayir bu harekete bir radyo istasyonu sağlar ve Cubillo kanarya adalarına yayın yapar. Örgüt biraz güç kazanınca Guanche Silahlı Güçleri adında bir silahlı kanat oluşturur ve eylemlere girişir. Guanche; Kanarya Adalarının yerli halkına verilen addır. 

- Örgütün eylem tarzı genellikle Kanarya Adalarının turistik tesislerini bombalamak şeklindedir. Örgüt, tıpkı Bask ülkesinin bağımsızlığını isteyen ETA gibi, bir yere bomba bırakmakta, patlamadan önce telefonla bomba bıraktıkları yeri polislere bildirmektedir.

- O gün, Los Rodeos havalimanında beklenmedik bir yoğunluk yaşandı. Gran Canaria adasında bulunan havalimanına gitmesi gereken bütün uçaklar güvenlik nedeniyle Los Rodeos'a yönlendirilmişti zira Gran Canaria havalimanında bir patlama olmuş ve ikinci bir patlama riski nedeniyle havalimanı kapatılmıştı.

- KLM'nin 4805 ve PAA 1736 sefer sayılı uçuşları da diğer birçok uçuş gibi komşu Tenerife adasındaki Los Rodeos havaalanına yönlendirildi. O zamanlar Los Rodeos böylesi bir yoğunluğu rahatlıkla kaldıramayacak kadar küçüktü. Tek bir pisti vardı ve kontrolörleri bu kadar çok uçağa, hele hele jumbo tipi uçaklara alışık değildi, üstelik Pazar günüydü, dolayısıyla görev başında sadece iki kişi vardı. Yer radarları yoktu ve pist ışıkları arızalıydı. Buna ek olarak, Tenerife'nin artık yetmeyen havalimanındaki sıkışıklığı gidermek için planlanan Tenerife Güney Havalimanı hala yapım aşamasındaydı ve Kasım 1978'e kadar açılmayacaktı.

- Gran Canaria havaalanı yeniden açıldığında, Pan Am 1736'nın uçuş ekibi kalkış ve uçuş izni istemek için harekete geçti, ancak KLM 4805'in yakıt ikmali için izin istemesi ve pist çıkışını engellemesi nedeniyle beklemek zorunda kaldılar. Tam yükleme tamamlanırken, polisin Gran Canaria havaalanını tekrar kapattığı bildirildi. İki 747 iki saat daha beklemek zorunda kaldı. Hollanda uçağı tanklarını 55 000 litre yakıtla doldurmuştu, bu durum için aşırı bir miktardı, ancak son varış noktası Amsterdam olduğu için Gran Canaria'da tekrar yakıt ikmali yapmak zorunda kalmayacaktı. KLM'nin kaptan pilotu aceleci davranıyordu.

- Gran Canaria havalimanının tekrar açıldığı haberi gelince radyo trafiği arttı ve KLM pilotu görüşmeleri yanlış yorumlayarak kalkış izni verildiğini zannetti. Oysa Pan Am uçağı hala pistteydi. Görüş mesafesi de bulunmadığından, kalkış yapmak için hızlanmış olan KLM uçağı hala pistte beklemekte olan PAN AM uçağını gördüğünde artık yapacak bir şey yoktu. Kaptan havalanmaya çalışsa da çarpışmayı engelleyemedi. Kazada KLM uçağındaki tüm mürettebat ve yolcular öldü, Pan Am uçağındakilerin büyük çoğunluğu öldü, sadece uçağın ön tarafında oturan yolculardan bazıları kurtuldu. Toplamda 583 kişi hayatını kaybetti. 

Soru - Yanıt 

Soru: Bu olay sonrasında İspanya nasıl bir reaksiyon verdi?
Yanıt: Örgüt olayın sorumluluğunun kendilerinde olmadığını, hatanın pilotlarda olduğunu söyledi. İspanya gizli servisleri Cezayir'e iki kişiyi göndererek örgütün lideri olan Antonio Cubillo'ya suikast düzenledi. Ellerindeki bıçaklarla Cubillo'ya allah ne verdiyse dalan kişiler tam adamın boğazını kesecekken çevrede bulunanlar müdahale etti. Cubillo ölmedi ama ömrünün sonuna kadar topal kaldı. Bu olaydan bir yıl sonra örgüt silah bıraktı. İspanya 1985 yılında, İspanyol Anayasasına bağlılık yemini etmesi karşılığında Cubillo'yu affetti. Cubillo ülkeye dönüp avukatlık yapmaya devam etti. Suikast girişiminden tam 25 yıl sonra İspanya, Cubillo'dan özür diledi ve 150 bin Euro tutarında tazminatı kendisine ödedi. Bu parayla dokuz yıl güzel güzel yaşayan eski örgüt lideri 2013 yılında öldü. 

Soru: Kanarya Adaları Bağımsızlık Hareketine ne oldu?
Yanıt: Kanarya Adaları Bağımsızlık Hareketi yalan oldu.

Soru: Cezayir şimdi ne yapıyor? 
Yanıt: Cezayir ve Fas hala atara atar gidere gider kafasında takılıyorlar. Rüzgar Fas'tan yana zira İspanya (biraz da Ceuta ve Melilla'ya bir şey olmasa bari mantığıyla) Fas'ın Batı Sahara üzerindeki egemenliğine pozitif yaklaşıyor. Amerika (özellikle Trump döneminde) onlara destek vermekten geri durmadı. Yani garibim Cezayir kendi çaldı kendi oynadı.

Soru: Batı Sahara kimin?
Yanıt: Normalde referandum yapılması gerekiyordu. Ama 1970'li yıllardan bu yana bir türlü yapılamadı referandum. Son yıllarda "referandum yapılacakmış, duydun mu?", "referandum var diyorlar, hayırlısı, göreceğiz" gibi söylentiler artıyor. Tabi Fas yerleştireceği kadar nüfus yerleştirdi saharaya, neden yapmasınlar ki artık referandumu.

Soru: Kıssadan hisse?
Yanıt: Cezayir Atlantik okyanusuna doğrudan bir çıkış bulamadı. Murillo Kanarya Adalarını bağımsızlığa kavuşturup başkan olamadı. Sahara meselesi kesin çözüme kavuşmadı. KLM ve Pan Am yolcuları öldükleriyle kaldılar. İnsan yaşamı çok ucuz. 

Soru: Neden Kanarya Adaları demişler? Çok mu kanarya var?
Yanıt: Bu konuda çok fazla söylenti var ve bu söylentilerin hiç biri kanaryalarla ilgili değil. Benim aklıma en çok yatan söylenti adalara geldiğinde köpekleri gören Romalı bir tarihçinin, canis/canin yani köpek kelimesinden yola çıkarak adaya köpek adaları gibi bir isim taktığı. Kanarya Adalarının armasının iki yanındaki köpek de bu söylentiyi destekliyor. 

                           Ahan da köpekler burada.

Son soru: Eee sen neler yaptın?
Son yanıt: Ne olsun be ya. Sıcaktan erimece, durmadan çalışmaca ve fırsat buldukça bloga yazı yazmaca. 


İspanyol Ressamlar ve Tabloları V (Diego Velázquez - Las Meninas)

Bu serinin beşinci yazısını yazmak için biraz fazla beklediğimin farkındayım. Araya zaman koymak iyi oldu zira bu yazının konusu ressam ve tablo hakkında yapabileceğim kadar araştırma yaptım, İspanyolca, İngilizce ve Türkçe dillerinde bulduğum birçok metin üzerinde çapraz okuma yaptım, youtube'da konuyla ilgili videoları izleyerek notlar aldım. 

Ordan burdan derlediğim bilgileri kısa bir yazı aracılığıyla sizinle paylaşmak amacı taşıyan bu yazı bir sanat tarihçisi/uzmanı tarafından yazılmıyor. Bu yazıyı okuyarak hem Velázquez hem de onun en ünlü tablosu olan Las Meninas hakkında temel bilgileri alacak, hali hazırda bunları biliyor olsanız bile belki yeni bilgiler öğreneceksiniz. Belki de yeni hiçbir bilgi öğrenemeyecek, hatta konu hakkında yazıda anlatılanlardan daha fazlasını biliyor olacaksınız. Meselenin orası bana ayan değildir. Sanat tarihçisiyseniz veya bu alanda okuma/araştırma/çalışma yapıyorsanız ve tabloyla ilgili olarak bu metinde verilen bilgileri yetersiz buluyorsanız veya sanatla ilgili bir yazının böyle yazılmaması gerektiğini düşünüyorsanız, yapacağınız yorumlarla bizi aydınlatmanızı rica ederim. Niye böyle bir giriş yaptığımı, şu anda hangi görünmeyen varlıkla kavga ettiğimi ben de bilmiyorum. Ama bence iyi durdu bu giriş. Şık oldu. Tam da sanat konulu bir yazının giriş paragrafının olması gerektiği gibi oldu. Sanatla ilgili bir yazının giriş paragrafının böyle olmaması gerektiğini düşünüyor.... Şaka şaka. Yazıya başlayalım.

Önce tabloyu paylaşayım. Sonra teknik bilgileri ve tablonun şu anda nerede olduğu hakkında soru-cevap yöntemini kullanarak konuşabiliriz.



Ressam: Diego Rodríguez de Silva y Velázquez
Çizildiği tarih: 1656 (367 yaşında)
Teknik: Tuval üzerine yağlı boya
Orijinal boyut: 318 cm x 276 cm
Dönem: Barok
Korunduğu ve sergilendiği yer: Prado Müzesi - Madrid 

Soru: Tablonun Türkçe adı nedir?
Yanıt: Tablonun İspanyolca adı "Las Meninas", dilimize "Nedimeler" olarak çevrilmiştir. O dönemlerde kraliyet ailesinin çocuklarıyla ilgilenen kişilere "Meninas" adı verilirdi. 

Soru: Kim bu tablodaki insanlar?
Yanıt: Bu sorunun cevabını tablodaki kişilere birer numara atayarak verelim. 


1- Diego de Velázquez: Yani bizzat ressamın kendisi.

5- Infanta Margarita: Tablonun merkezinde kral ve kraliçenin kızı bulunuyor. Dikkat ederseniz ünvanı prenses değil, Infanta. Bu noktada Infanta ve Princesa terimlerinin arasındaki farklı anlatmak gerekir. İspanya'da kral ve kraliçenin çocuklarının tamamı infanta/infante olarak anılır, principe/princesa ise tahtın varisi olanlara verilen addır. Bu da bize, tablodaki küçük kızın, hali hazırda, tahta geçmesi gibi bir durum/beklenti olmadığını gösterir. Güncel olarak İspanya tahtının kesin veliahtı Asturias Prensi/Prensesi olarak anılır. İspanya'nın şu anki kralı Felipe VI'ün oğlu yoktur. İki kızı vardır; Leonor ve Sofía. Bu kızların her ikisi de Infanta sıfatına sahiptir ama büyük kız Leonor (17 yaşında) gelecekte tahtın sahibi olacağı için kendisine Infanta de Austrias sıfatı da verilmiştir. 

2- María Agustina Sarmiento: Nedimelerden biri. Diz çökmüş ve Infanta'ya gümüş tepsi bir şeyler sunuyor.

3 ve 4- Kral ve Kraliçe: Photobombing'in (bu durumda tablobombing'in) mucidi olarak da kabul edebileceğimiz bu ikili güya kızı merkeze alması gereken tablonun içine girmişler. Aynadan görüntüleri yansımakta. Tabloda bulunan 1- 5 - 6 - 7 ve 10 numaralı karakterlerin aslında onlara baktığı ve Velázquez'in aslında o sırada Kral ve Kraliçeyi resmettiği söylenir.

6- José Nieto: Kraliyet ailesinin döşeme işlerini yapan kişiymiş kendisi. Tabloda neden bulunduğunu ben de çok anlamadım, söylenenlere göre, Velázquez tarafından perspektifi ve derinliği artırsın diye tabloya eklenmiş, koridordan ışığın girdiği açık bir kapının önüne yerleştirilmiştir. Sen koskoca kraliyetin döşemecibaşı ol, sonra ressambaşı seni böyle konu mankeni gibi kullansın tablosunda. Bu arada ressambaşı söylemi şaka değil. Velázquez sarayın baş ressamıydı. Avrupa saraylarında ressamlar kadrolu olarak çalışırdı. Bugün bu işi fotoğrafçılar yapmaktadır.

7- Isabel de Velasco: Nedimelerden bir diğeridir. Yukarıda dediğim gibi bize doğru veya kral ve kraliçeye doğru bakmaktadır.

8 ve 9- Marcela de Ulloa ve Guardadamas. Birbirleriyle konuşan bu iki kişi sarayın kadınlarıyla ilgilenen ve onları koruyan kişiler. Guardadamas, İspanyol sarayında, bizdeki harem ağasına benzer bir görev yapan kişiye verilen isimdi. Ne konuştuklarını tanrı bilir.

10 ve 11- Maribárbola ve Nicolasito Pertusato: Sarayın cücelerinden ikisi. Bir gelenek olarak sarayda sürekli cüce bulundurulur hatta cüceler kraliyet ailesi üyelerinin kendi aralarında veya farklı ülkelerin kraliyet aileleri arasında hediye olarak alınıp verilirdi. Yalnız bu noktada saray cücelerini saray soytarılarından ayırmak gerekiyor. Soytarıların saraydaki görevi sadece soytarılık yapıp saraylıları güldürmekten ibarettir. Cüceler de doğal yapıları gereği bu amaçla kullanılmakla birlikte, büyük davet ve şölenlerde kralın yanında durma hakkına sahiplerdi. Tabi ki bu cüceye verilmiş bir onur değildi. Kralın yanında duran yetişkin suratlı bir cüce kralın yüceleğini ve üstünlüğünü simgelerdi (yücelik ve cüceliğin bu girift yapısı başlı başına bir yazı konusu olabilir). Yani görevi sadece kralı heybetli gösteren bir görsel efekt oluşturmaktan ibaretti. Bir nevi eski zaman akıl oyunu veya psikolojik latifesi. Cüce sahibi olmak güç göstergesi olduğundan bütün Avrupa sarayları toplayabildikleri kadar cüce toplardı. Tablonun yapıldığı yüzyılda İspanya sarayının doksandan fazla cücesi olduğu biliniyor. Bu ilginç gelenek sadece Avrupa'da değil Antik Mısır, Çin, Roma'da da uygulanmıştı. Anlaşılan, cüceler saraylardan çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiş bu fani dünyada. Şölen, davet falan olmadığı zamanlarda çok da yüz verilmeyen bu cücelerin Velázquez'in tablosuna girmesi ve saygın bir şekilde resmedilmiş olması ilginç bir durumdur. Gerçi Nicolasito Pertusato konusu tartışmalıdır zira kendisi İtalya'nın soylu ailelerinden birinin üyesidir ve sarayda cücelik dışında görevleri olduğu söylenir.


Picasso'nun Las Meninas replikası 1

Picasso'nun Las Meninas replikası 2


Soru: Las Meninas ne anlatmaktadır?
Yanıt: Kimilerine göre saray hayatında sıradan bir günü resmetmektedir, başkalarına göre kraliyet ailesinin devamlılığını simgelemektedir.

Soru: Resimdeki karakterler ne yapmaktadır?
Yanıt: Bu konuda da farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre, Velázquez atölyesinde çalışırken Infante ve nedimeleri gelmiştir ve onun çalışmalarını izlemektedir. Bu sırada kapıda kral ve kraliçe belirmiştir. Başka bir görüşe göre Velázquez Infante'yi ve nedimelerini çizerken kral ve kraliçe gelmiştir, bu yüzden herkesin yüzü kapıya doğru dönmüştür. Zira aksi bir durumda, yani Velazquez Infante ve nedimelerini çizmeye devam ediyor olsaydı, yüzleri ressama dönük olmalıdır. Oldukça rağbet gören bir başka görüş ise Velazquez'in aslında kral ve kraliçeyi çizmekte olduğunu, canı sıkılan Infante ve nedimelerinin o sırada atölyeye geldiğini belirtmektedir.

Soru: Velázquez'in göğsündeki kırmızı haç nedir? Kendisi ağır hristiyan mıydı?
Yanıt: Velázquez'in göğsündeki kırmızı haç sıradan bir haç değildir. Askeri ve Dini bir birlik olan Santiago Şovalyelerinin nişanıdır. Velazquez bu tabloyu yaptığı dönemde şovalyeliğe kabul edilmemişti zira bu gibi yapılara girmek için soylu olmak gerekiyordu. Kol gücü-emekle geçimini sağlayan ve atadan soylu bir hristiyan olduğunu kanıtlayamayan insanlar kabul edilmezdi. Başvurular detaylı incelenir, kişinin geçmiş kayıtları gözden geçirilir, gerekirse şahitler dinlenerek talepte bulunan hakkında bütün bilgiler toplanırdı. Velázquez de Santiago Şovalyelerine girmek için başvurur. Ailesi incelenir, yaklaşık 150 şahitle konuşulur ve sonunda kendisinin soyunun yeterli olmadığına karar verilir ve başvurusu reddedilir. Bunun üzerine kral IV. Felipe (hani şu aynada hanımıyla birlikte görülen zat) araya girip taa papa'ya bir mektup gönderir ve Velázquez'in Santiago Şovalyelerine kabulü için müdahil olmasını ister. Papa hazretleri de bir fetva yayınlayarak ressamın kabulünü sağlar. İlginç olan şu ki bu kabul olayı Meninas'ın çizilmesinden üç yıl sonra gerçekleşmiştir. Bazıları, Velazquez'in tabloya kendisini Santiago Şovalyelerinin nişanıyla eklemesini, bu yöndeki güçlü isteğini göstermek için yapılan isyankar bir eylem olarak görür. Başka ve daha enteresan bir görüşe göre o kırmızı haç oraya, Velazquez'in ölümünden sonra bizzat IV. Felipe tarafından çizilmiştir. 

Soru: Nasıl yani? Diego Velázquez öldü mü, ıssız acun kaldı mı?
Yanıt: Velázquez, Las Meninas'ı 1656 yılında tamamlamış, Santiago Şovalyelerine 1659 yılında kabul edilmiş ve bir yıl sonra, yani 1660 yılında çiçek hastalığından ölmüştür. Çiçek hastalığıyla suçiçeğini lütfen karıştırmayın. Sizin "aaa ben de çocukken o hastalığı geçirmiştim" dediğiniz su çiçeği. Çiçek hastalığı (viruela) bambaşka bir şey. 

Soru: Las Meninas senin için neden önemli?
Yanıt: Las Meninas, basit, aşikar/bariz olarak görünenin sorgulanması gerektiğini hatırlatıyor bana. Biz aslında ressamın neyi çizdiğini bilmiyoruz. Kraliyet ailesini kullanarak kendi tablosunu mu çiziyor, tabloya konulan isme uygun olarak nedimeleri mi çiziyor, aynaya yansıyan kral ve kraliçe tablonun içine neden girmiyor, aynadaki yansıma doğrudan insanlara mı yoksa tuval üzerindeki çizimlere mi ait, çizimlere aitse kapıya neden bakıyorlar, insanlara aitse tabloda neden bu insanlar gizleniyor ve tablonun odağına nedimeler ve infanta yerleştiriliyor, aslında kral ve kraliçe tabloya bakanlar, yani bizler miyiz? Velázquez de dahil olmak üzere doğrudan gözümüzün içine bakan kişiler aslında bizimle mi iletişim kurmak istiyor. Bunların hiçbir değildir de basit bir şekilde nedimeleri çizerken kral ve kraliçe geliyorsa ve bu durumu resmediyorsa, bu defada orijinal las meninas fikrinin içinden bambaşka bir las meninas çıkıyor. Veyahut yine basit bir şekilde kral ve kraliçeyi çiziyorsa, bunu kendi gözünden değil onların gözünden yansıtıyor. Bütün bu ihtimaller silsilesini kullanarak oluşturduğu katmanlar, tabloyu sadece güzel, milimetrik hesaplarla yapılmış, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir çizim olmanın ötesine geçirerek, gerçekliği sorgulamanın da bir aracı haline getiriyor. Ressam, tablonun çizilmesinden yaklaşık kırk yıl kadar önce basılan "Don Quijote" kitabının izinden giderek, don kişot gibi gerçek olanı ve kurgu olanı birbirine katmak suretiyle, barok sanatçısı olmanın gerekliliğini ziyadesiyle yerine getiriyor.

Soru: İspanyol ressamlar çok hoş değil mi?
Yanıt: Velázquez, Goya, Picasso, Dali, Miro, Soralla, Murillo... çoh hoştır ama bena ne, bena ne! Ben kuratör değilem, benim galerim yoktur... 


Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Metin Çalışması - Jodorowsky ve Kediler

Alejandro Jodorowsky, yazılarıyla, filmleriyle, tarot ve psiko-büyü sunumlarıyla kendine hayran bırakan bir insan. Bu blogda daha fazla yer bulması gerektiğini düşünüyorum. Kendisi hakkında kısa bir video altyazı çalışmamı youtube'ta bulabilirsiniz. Video açıldıktan sonra altyazı simgesine tıklarsanız Türkçe altyazı açılacaktır. Bu yazıda Jodorowsky'nin ilk kedisi olan Pepe'yle olan yakınlığını ve kedinin yaşadığı acı sonu birlikte okuyacak, ardından metnin tamamının çevirisini yapacak ve son olarak da gramer çalışması olarak iki cümlenin çevirisiyle ilgili parçalara ayırma çalışması gerçekleştireceğiz. Kısacası bütün metni çevireceğiz ama sadece iki cümlenin parçalara ayırma çalışması olacak zira vakit kısıtlı. Metnin tamamını okuyalım. 

Cuando cumplí 4 años un vecino me regaló Pepe, un hermoso gato gris. Entre este animal y yo se estableció un nexo profundo. Supe domarlo como si fuera un perro. Obedecía en cuanto lo llamaba por su nombre, se sentaba y agitaba en el aire las patitas delanteras para pedirme un trozo de lo que yo estaba comiendo. Jugaba con mis manos sin nunca rasguñarlas. Tenía un lenguaje de maullidos que yo sabía comprender. Todas las noches venía a hacerme compañía, durmiendo bajo las sábanas. Mi padre, creyendo que los gatos al respirar cerca del rostro de un niño le transmiten la tuberculosis, lo mató en el jardín delante de mí de un tiro en la cabeza. Mi felicidad con Pepe había durado seis meses.





Cümle 1:

Cuando cumplí 4 años un vecino me regaló Pepe, un hermoso gato gris.

Kelimeler:
Cuando: -dığı zaman, -diği zaman. 
Cumplir: tamamlamak, doldurmak, yerine getirmek
Vecino; komşu
Regalar: hediye etmek
Hermoso: çok güzel
Gato: kedi
Gris: gri 

Çeviri:
Kelimeleri de eklediğimize göre artık çeviriyi yavaş yavaş oluşturabiliriz. Parçalayarak gidelim.

Cuando cumplí 4 años/un vecino/me ragoló Pepe,/un hermoso gato gris.

Bu şekilde birbirine bağlantılı olarak partlara ayırdığımızda çeviri kolaylaşacaktır. 

İlk partta cuando bir bağlaç olarak kullanılmış. Bağlacın ham haliyle tercümesi -dığı zaman, -diği zaman. Ama şunu unutmamak lazım, bağlaçlar kendilerinden sonra gelen fiilin çekimine göre ek alarak bir şahısa bağlanırlar. Burada bağlaçtan sonra cumplir fiilinin birinci tekil şahıs di'li geçmiş zaman eki aldığını görüyoruz. Öyleyse ilk partı 4 yaşımı tamamladığım zaman/tamamladığımda/doldurduğum zaman/doldurduğumda seçeneklerinden birini kullanarak çevirebiliriz. Ben, "4 yaşımı doldurduğumda" olarak çevireceğim.

ikinci part "un vecino" en kolay kısım. Doğrudan bir komşu veya cümlenin tamamının nasıl çıkacağına bağlı olarak, Türkçesinin daha anlaşılabilir olması adına bir komşumuz/komşumuz şeklinde düzenleme yapabilirim. Çeviri yaparken küçük dokunuşlar yapmaya hakkınız olduğunu unutmayın. Viski üreticilerinin garip bir terimi vardır. Yıllandırmak için saklanan viskinin her yıl küçük bir bölümü buharlaşmaya bağlı olarak kayboluyormuş. Viski üreticileri bu kaybolan kısma "meleklerin payı" adını vermişler. Biz de bir metni çevirirken, hedef dile cuk diye oturtabilmek amacıyla metnin bazı bölümlerine "çevirmenin payı" muamelesi yapabilir, küçük eklemeler veya çıkarmalar yapabiliriz. Şimdilik bu part için "bir komşu" diyerek geçelim.

Üçüncü part "me regaló Pepe". Fiilimiz regalar, yine di'li geçmiş zamanda ama bu defa üçüncü tekil şahısla yazılmış. Fiil çekiminin önündeki "me" "beni veya bana" anlamı katacak. Bu partı "baba Pepe hediye etti/Pepe'yi hediye etti" şeklinde çevirelim ve son parta bakalım.

Dördüncü ve son part, bir önceki partta bahsi geçen Pepe'nin kim/ne olduğunu açıklamak için konulmuş. Un hermoso gato gris yani "çok güzel bir gri kedi".

Bütün partları harmanlayalım. Harmanlamak ne diyen varsa, hani şu instagramda dans öğreten reels'lerde insanlar önce adımları yavaş yavaş gösterir sonra elleriyle makaranın işlemesine benzeyen bir hareket yaparlar ve hızlanırlar ya, öyle bir şey. İnstagram kullanmıyorsanız veya bu tarz videolara denk gelmediyseniz, yazının bu bölümünü ignorar yapabilirsiniz (görmezden gelmek). Ben bile neden böyle bir şey yazdığımı anlamadım işin doğrusu. Neyse, harmanlayalım (ellerimle makara işareti yapıyorum).

Dört yaşımı doldurduğumda/bir komşu/bana Pepe hediye etti/çok güzel bir gri kedi.

Cümlenin ne demek istediği çok rahat anlaşılıyor. Şimdi "çevirmenin payı" kuralını uygulayalım. 

Dört yaşımı doldurduğumda, bir komşumuz bana, çok güzel bir gri kedi olan Pepe'yi hediye etti.


Kafeste doğan kuşlar, uçmanın bir hastalık olduğunu düşünür.


Cümle 2:

Entre este animal y yo se estableció un nexo profundo

Kelimeler:
Entre: arasında, arada
Animal: hayvan
Establecerse: kurulmak, oluşmak
Nexo: bağ, ilinti
Profundo: derin

Çeviri:
Entre este animal y yo/se estableció/un nexo profundo.

Biraz kolay bir cümle. Birinci part "Bu hayvanla benim aramda". İkinci part "oluştu/kuruldu". Üçüncü parta "bir derin bağ".

Partları doğrudan yazalım "Bu hayvanla benim aramda/oluştu/derin bir bağ". Çevirmenin payı kuralıyla cümleyi "Bu hayvanla benim aramda derin bir bağ oluştu." şeklinde düzenleyelim.

Şimdi de metnin geriye kalan kısmının çevirisini ekleyelim. Devam etmeden önce uyarayım. Metnin sonunda kedinin başına kötü şeyler geliyor. Kediler konusunda hassas bir insan olduğum için yazının devamını okumak istemeyecek insanlar olabileceğini düşünüyorum. Jodorowsky çok uzun yıllar sonra yaşadığı bu olayı ve yıllarca o gri kediyi (mana olarak) nasıl aradığını ve daha sonra oğlunun kendisine getirdiği kediyi nasıl sahiplendiğini Cristián Warnken'le gerçekleştirdiği söyleşide anlatıyor ve kediler hakkında çok ilginç bilgiler veriyor bize. İspanyolca bilenler söyleşinin tamamını bıraktığım linkten izleyebilir. İspanyolca bilmeyenlere yardımcı olmak için sadece kediler ve mutlulukla ilgili iki dakikalık bir kısmıyla ilgili hazırladığım altyazılı videoyu buraya tıklayarak izleyebilirsiniz. Aslında söyleşinin tamamına altyazı eklemeyi yıllardır düşünüyorum ama kaliteyi bozmadan videoyu indirebileceğim, altyazıyı gömebileceğim bir program bulamadım. Biz, metnin kalan kısmını çevirelim.

Dört yaşımı doldurduğumda, bir komşumuz bana, çok güzel bir gri kedi olan Pepe'yi hediye etti. Bu hayvanla benim aramda derin bir bağ oluştu. Onu bir köpekmiş gibi evcilleştirmeyi başardım. Adıyla seslendiğimde itaat ediyor, oturuyor ve ön patilerini havada sallayarak yediğim şeyden bir parça istiyordu. Ellerimi hiç tırmalamadan oynardı. Anlayabildiğim bir miyavlama dili vardı. Her gece gelip bana eşlik eder, yorganın altında uyurdu. Babam, çocukların yüzüne yakın nefes alıp veren kedilerin verem bulaştırdığına inandığı için onu bahçede, gözümün önünde kafasına bir kurşun sıkarak öldürdü. Pepe ile mutluluğum altı ay sürmüştü.


Jodorowsky'yi seviniz efendim!

Türk Edebiyatında ve Sinemasında İspanya ve Latin Amerika -III- (Turist Ömer Boğa Güreşçisi)

Çok uzun bir aradan sonra serinin üçüncü yazısıyla devam ediyoruz. Mercedes Sosa'nın en sevdiğim şarkısı "Todo Cambia"da söylendiği üzere her şey değişiyor. Benim de hayatımda bir çok şey değişti. İş, şehir ve yaşam tarzı da dahil olmak üzere, bloktan uzak kaldığım süreç boyunca birçok şey değişti. On yıldan daha uzun bir zamandır devam ettiğim bu blokta zaman zaman böyle uzun aralar verdim ama her seferinde geri dönüp yazılara bir şekilde devam ettim. Tilki ve kürkçü dükkanı denklemi. Uzun süre yazmadıktan sonra sayfayı açtığımda en çok zorlandığım konu nereden başlayacağım (devam edeceğim) oluyor. Sosyal medyada gördüğüm İspanyolca bir cümle bu konuda bana yardımcı oldu: "Si no sabes por dónde empezar, empieza por sonreir" yani "Nereden başlayacağını bilmiyorsan, gülümseyerek başla". Ee, Turist Ömer Boğa Güreşçisi filmi de gülümsemek için ideal olduğu için oradan başlayabiliriz. Her zaman yaptığımız gibi, yazının sadece bir sohbet olarak kalmasını önlemek için araya bazı İspanyolca bilgileri de sıkıştıracağız. Nihayetinde, amaç İspanyolca öğrenenlere yardımcı olmak. Öyleyse Vamos (gidelim).



Bu serinin önceki yazılarında İspanya'yı Sami Paşazade'nin ve Yahya Kemal'in gözünden, daha gerçekçi, birebir tanıklıklar ve yaşanmışlıklar temelinde görmüştük. Filmde ise daha karikatürize bir İspanya görürüz. Film 1971 yılında çekilmiş, yani Francisco Franco hala hayatta. İspanyolların yaşamı ekonomik krizle, baskıcı sistemin gazetelere uyguladığı sansürlerle dolu.  Sanat sadece Franco'nun istediği kadar var. "Anti-Marksist Mücadele Komandoları" Picasso'nun eserlerinin sergilendiği her sergiyi/sanat evini basmakta ve buldukları bütün eserleri parçalamakta. Kısacası İspanya hiç de mutlu bir yer değil o yıllarda. Tabii ki Turist Ömer gibi bir komedi filminde bu sıkıntıların ele alınmasını beklemiyorum ama politika içermese de İspanyol kültüründen birkaç öğe aramıyor değil insan. Filmde hatırlayabildiğim kadarıyla doğru bir şekilde kurulan tek İspanyolca cümle "Adios". Bunun dışında İspanyolca konuşuluyormuş gibi çekilen sahnelerde tamamen kafadan uydurma, hiçbir anlamı olmayan kelimeler kullanılıyor. Bir tek boğa güreşleri ve flamenco unsurları tutturulmuş. Onlar da zaten İspanya'nın karikatürize öğeleri. Sözün özü (en pocas palabras), Paşazade ve Yahya Kemal'in anlattığı ve kendi dönemlerinin gerçeğini yansıtan İspanya kesitleri bu yazıda pek yok. Ama benim bazı sahnelerde yakaladığım birkaç ayrıntı var. Onları biraz paylaşabilirim.

Turist Ömer, insanı kendine imrendiren her zamanki aylaklığıyla İstanbul sokaklarında dolaşırken bir cüzdan bulur. Cüzdanın sahibi İspanyol şarkıcı Rodriguez'dir ve kendisine cüzdanını getiren kişiyi İspanya'ya götüreceğini söylemiştir. Turist'i de yanına alarak İspanya'ya döner. Madrid'te dolaşmaya başlarlar. Filmin kahramanının adına da uygun olacak şekilde Madrid'in en turistik bölgelerini görürüz ekranda. Bunlar arasında en çok dikkatimi çeken Miguel de Cervantes Anıtı'dır. Bir kaidenin üzerine oturtulmuş Miguel de Cervantes'in heykeli, hemen önünde başka bir kaideye yerleştirilmiş olan Don Kişot ve Sancho Panza'yı izlemektedir.



Bu heykelin önünden geçerken, dış ses olarak etrafında gördüklerini yorumlayan Turist Ömer, "bizim devlet operasında da vardı bundan" der. O dönemde Don Kişot olarak bilinen opera aslında Dale Wasserman'ın yazdığı "La Mancha'lı Adam" eseridir ve hikayenin kahramanı bilinenin aksine Don Kişot değil, Cervantes'in kendisidir. 

İlerleyen sahnede Turist parkta bankın üzerinde yatarken gelen ve "burada yatamazsınız, ben kanepeler müdürüyüm" diyen kişi filmin yönetmeni Hulki Saner'dir. Tarantino izlesin de "cameo" nasıl yapılırmış görsün diyerek bu sahneyi de atlayalım. Banktan kovulan Turist ve Rodriguez gezinmeye devam ederler. Sonraki sahnede, Rodriguez bankaya gider ve turisti arabada bırakır. O sırada bankadan çıkan soyguncular turistin içinde olduğu arabaya atlar ve silah zoruyla arabayı ve turisti kaçırırlar. Turist bir şekilde soyguncuların elinden kurtulur ama dedektif peşindedir. Bir kovalamaca başlar. Bu  sırada turist Meksika'lılara özgü kıyafetler giyerek dedektifi atlatmaya çalışır ama yakalanır. 




Yakalanınca, kendisinin Turist olmadığını, meşhur boğa güreşçisi el Cordobes'lerin ikincisi olduğunu söyler. Burada, el Cordobes (Kordoba'lı) olarak bilinen ünlü boğa güreşçisi Manuel Benitez'e gönderme yapılmaktadır. Manuel Benitez boğa güreşlerinde büyük başarı elde etmiş ve "Califa de Toros" yani "Boğaların Halifesi" unvanını almıştır. Şimdi ne alaka halife, diyorsunuzdur. Kordoba ve Endülüs yüzyıllar boyunca müslüman halifelerin yönetimi altında kalmıştır. Buradan yapılan bir benzetmeyle, İspanyollar, boğa güreşlerinde üst üste birkaç yıl boyunca başarılı olan matadorlara bu unvanı vermişler. 

Filmin sonunda, Turist'in banka soygunuyla bir ilgisi olmadığını zaten öğrenmiş olan polis şefi bir işgüzarlık yaparak, kendisine yalan söyleyen Turisti arenaya çıkmak zorunda bırakır. Arenada zor anlar yaşayan Turist, kloroform kullanarak boğayı yener. 

Yazıyı tamamlarken filmde en çok hoşuma giden şeyden, yani Turist Ömer'in kendi kendine konuştuğu sahnelerde geçen cümlelerden ikisini İspanyolca'ya çevirerek sayfanın amacına uygun bir aktivite yapmak istiyorum. Bir sonraki yazıda görüşürüz.


Yürüyen merdiven sahnesi:
"Ya bu İspanyollar çok tembel adamlar, kendileri duruyor merdivenleri yürütüyorlar. İnsan merdivende durur mu ya, merdiven demek yürüyeceksin arkadaş, yürüyeceksin. Ben de öyle yaptım. Yürüdüm, merdivene karşı insanlık vazifemi yaptım."

"Estos españoles son muy vagos, se paran y hacen que caminen/hacen caminar las escaleras. Por qué parar en una escalera, la escalera significa dar pasos, amigo, tienes que caminar. Eso es lo que hice. Caminé. Hay que cumplir con el deber humano hacia las escaleras."


Boğayla güreştiği sahne:

"Mağrur olma boğa hazretleri, senden büyük kloroform var"

"No seas arrogante, su Santidad toro, el cloroformo es más poderoso que tú."

Uzayan Cümleler 7

kural belli. ben özne ve yüklemden oluşan basit bir cümle yazarak başlıyorum. sen de benim yazdığımın benzeri basit bir cümleyi defterinize yazıyorsun. ben her adımda cümleye yeni bir öge ekliyorum yine aynı şekilde sen de benim eklediğime benzer bir öge ekliyor ve cümleyi uzatıyorsun.

ben başlıyorum.

I. adım

la jefa ha visitado
şef ziyaret etti

cümle oldukça basit. yalnız bu defa cümleye geçmiş zamanla başladım. sen de geçmiş zamanla başlayan basit bir cümle yazabilirsin. biraz düşün. ben bir sonraki adıma geçiyorum.

II. adım

la jefa ha visitado la oficina
şef ofisi ziyaret etti 

bu adımda şefin nereyi ziyaret ettiğini eklemeyi tercih ettim. bu noktadan itibaren ikimizin de cümlesinin benzer ögelerle uzatılması, cümle anlamı bakımından, zorluklar çıkarmaya başlayabilir. seçmiş olduğun isim ve fiilden dolayı ikinci adımda bir yer eklemen belki mümkün olmayacaktır. bu noktada kendi cümlene uygun bir ekleme yapmalısın. birinci adımda "la mujer come - kadın yiyor" dediğini varsayılım, bu adımda istersen "en restaurante" ekleyerek nerede yediğini söyleyip benim cümleyle benzerliği korumaya çalışabilirsin. buna bir alternatif olarak cümlenin sonuna "una manzana - bir elma" ekleyip "kadın bir elma yiyor" da diyebilirsin. orası sana kalmış.

III. adım

la jefa de departamento ha visitado la oficina
departman şefi ofisi ziyaret etti

"de" etatının yardımıyla bir isim tamlaması yaptım. benzer bir ekleme yaptıysan şefin bir sonraki adımda ne yaptığına bakabiliriz.

IV. adım

la jefa del departamento visita a la oficina para hablar 
departman şefi konuşmak için ofisi ziyaret etti

ofisin neden ziyaret edildiğiyle ilgili bilgiyi cümlenin içine yedirdik. şimdi de kiminle konuşmayı amaçladığını görelim.

V. adım

la jefa del departamento visita a la oficina para hablar con nosotros
departman şefi bizimle konuşmak için ofisi ziyaret etti

ne durumdasın? cümle tıkandıysa başa dönebilir, adımları uydurabileceğin farklı bir cümle yazmayı deneyebilirsin. buraya kadar sorunsuz geldiysen önce seni tebrik ediyorum ve ardından cümleyi çekiştirmeye devam ediyorum.

VI. adım

la jefa del departamento visita a la oficina para hablar con nosotros sobre las vacaciones
departman şefi bizimle tatil hakkında konuşmak için ofisi ziyaret etti

şefin derdi belli oldu, herkesin planını bozup kafasına göre izin takvimi oluşturacak. altı adımda her şeyi mahvettik. "la bu beyaz yakalılar size netti!" diye yakararak bu çalışmaya son veriyorum. yazdığın cümleyi buradan yorum olarak paylaşabilir veya ispanyolcadefteri@hotmail.com adresinden bana gönderebilirsin.

hasta la proxima vez!





Deyimler - Cabeza de Turco (Günah Keçisi)

kendimi bildim bileli söylerim, yaz en gereksiz mevsim. bu konuda netim. kışın en soğuk günlerinde bile sorsalar vereceğim yanıt değişmez; yaz mevsiminden nefret ediyorum. bu arada bu söylediğimin konumuzla herhangi bir alakası olmadığını ve aşırı sıcak havalar dolayısıyla tarafımı belli etmek amacıyla yazdığımı belirtmek isterim. bugünkü yazının konusu olan deyim haçlı seferlerine kadar uzanan bir geçmişe sahip. selçuklulardan acayip kıl olan haçlılar, kendi başlarına gelen kötü olaylardan türkleri sorumlu tutmuş bununla da yetinmeyerek, doğa olayları dahil olmak üzere meydana gelen bütün kötülüklerin sebebi olarak türkleri öne sürmüşlerdir. savaşlarda öldürülen selçuklu askerlerinin kafasını keserek yüksek bir yere asan veya bir kazığın üzerine asan haçlılar bu kafaları bir tür simge olarak kullanmış ve ortaya çıkan bütün kötülükleri bunlara isnat etmiştir.

cabeza de turco deyimini günümüzde "günah keçisi" olarak çevirebiliriz. günah keçisi deyiminin ispanyolcada farklı bir kullanımı da mevcut; "chivo expiatorio". bu deyim ise yahudi dini gelenekleriyle bağlantılıdır. tevrat'ta da anlatılanlara göre israil halkını günahlarından sıyırmak isteyen din görevlisi iki keçi alıyor, birini kurban ediyor diğerinin üzerine israilin bütün günahlarını yükledikten sonra hayvanı çöle salıp kaderine terkediyor. bu çöle terkedilen keçiye, israiloğullarının günahını taşıdığı için günah keçisi adı veriliyordu.

tdk'ye göre günah keçisinin tanımı şöyle: gerçek sorumluları korumak amacıyla ortaya çıkan olumsuzlukların sebebi olarak gösterilen kişi, kurum, nesne vb.

biraz sıkıntılı bir konu olduğunun farkındayım, ama diller böyle. yapabileceğimz bir şey yok. bu deyimin geçmişi hoşumuza gitmedi haydi değiştirelim diyemiyoruz.

canınızı daha fazla sıkmadan, örnek vererek yazıyı sonlandıracağım (zaten hava sıcak).

- yo no tengo la culpa, mis amigos me han convertido en un "cabeza de turco"
(benim suçum yok, arkadaşlarım beni "günah keçisi" yaptılar (günah keçisine dönüştürdüler)

- ella no sabe nada, creo que es la cabeza de turco
(o hiçbir şey bilmiyor, sanırım bir günah keçici)




Resim yazısı ekle

Sahte Dostlar (Birbirine Benzeyen Ama Alakalı Olmayan İngilizce-İspanyolca Kelimeler)

daha önceki yazılardan birinde verdiğim sözü yerine getirmek (cumplir con mi palabra) için ingilizce-ispanyolca dilleri arasında 20 adet sahte dostu (false friend) sizin için listeledim. umarım faydalı bir içerik olmuştur. sizin de bildiğiniz, eklemek istediğiniz sahte dostlarınız varsa yorumlar kısmından ekleyebilir veya bu listeye eklemem için bana mail yoluyla gönderebilirsiniz. ispanyolcadefteri@hotmail.com

bu aralar yazılar biraz yavaşladı. birkaç hafta daha bu yavaş tempoda ilerleyeceğim gibi görünüyor. karantina gevşetilince çeviri işlerinde hareketlenme olduğu için kendimi çevirilere vermiş durumdayım. bununla birlikte aklımda bir sonraki yazılar ve çeviriler (iş değil, latin amerika edebiyatından örnekler sunmak amacıyla yaptığım çeviriler) için birkaç fikir var. cortazar'ın çok güzel bir öyküsünü çevirip paylaşmak istiyorum. okuduktan sonra beni araştırmaya (google üzerinden ve nativo arkadaşlarımla yaptığım sohbetler aracılığıyla) sevk eden ve aztek kültürü hakkında bilmediğim birkaç konuda aydınlanmamı sağlayan bu öyküyü sizin de seveceğinizi tahmin ediyorum. öykünün dışında aklımda, arapça'nın ispanyolca'ya endülüs'te ödünç verdiği ve iberya yarımadasınan apar topar (birkaç yüzyılcık içinde) çıkarıldığı için geriye dönüp almaya fırsat bulamadağı kelimelerle ilgili bir yazı olacak. bu konu hakkında, yine google ve nativo amigolarım aracılığıyla yaptığım kısa araştırmalar, sohbetler sonucunda ilginç kelimeler biriktirdim. bu kelimelerin bazılarını bizim de ödünç aldığımızı ve kendi dil özelliklerimize göre yeniden yapılandırıp kullandığımızı gördüm. vakit ayırmayı becerebilirsem güzel bir yazı olacak gibi. bir sonraki başlıkta görüşmek üzere.



İSPANYOLCA

İNGİLİZCE BİLENLERİN TAHMİNİ
ANLAMI

DELITO
DELIGHT (HAZ)
SUÇ

EMBARAZADA
EMBARRASSED (MAHCUP, UTANMIŞ)
HAMİLE

ENVIAR
ENVY (KISKANMAK, HASET)
YOLLAMAK

ÉXITO
EXIT (ÇIKIŞ)
BAŞARI

LIBRERÍA
LIBRARY (KÜTÜPHANE)
KİTAPÇI

GROSERÍA
GROCERY (BAKKAL, DÜKKAN)
KABALIK

NUDO
NUDE (ÇIPLAK)
DÜĞÜM

ROPA
ROPE (HALAT)
ÇAMAŞIR, KIYAFET
SOPA
SOAP (SABUN)
ÇORBA

SUCESO
SUCCESS (BAŞARI)
OLAY, ETKİNLİK
VASO
VASE (VAZO)
BARDAK

CARPETA
CARPET (HALI)
DOSYA

CONTESTAR
CONTEST (YARIŞMAK)
YANITLAMAK

ESTIMADO
ESTIMATE (TAHMİN ETMEK,..)
SAYIN, SAYGIDEĞER
TUNA
TUNA (TON BALIĞI)
BİR TÜR İNCİR
AMERICANO
AMERICAN (ABD'LI)
AMERİKA KITASINDAN OLAN
BIGOTE
BIGOT (YOBAZ, BAĞNAZ)
BIYIK
GANGA
GANG (ÇETE)
PAZARLIK
RAPISTA
RAPEST (TECAVÜZCÜ)
BERBER
FÁBRICA
FABRIC (KUMAŞ)
FABRİKA




adios amigos







Latin Amerika Edebiyatından Çeviriler - IV (Pampa Hash - Jorge Ibargüengoitia)

Serinin bu dördüncü yazısında, daha önce başka bir öyküsünü de paylaştığım Jorge Ibargüengoitia'nın "What Became of Pampa Hash" isimli öyküsünü paylaşıyorum. Çeviri süreci oldukça zorlu geçen bu öyküyle ilgili eleştirilerinizi yorumlar bölümünden paylaşabilir veya ispanyolcadefteri@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.






                                                                   PAMPA HASH

Nasıl geldi? Nereden geldi? Bunları hiç kimse bilmiyor. Onun varlığıyla ilgili gördüğüm ilk işaret oraya buraya asılmış iç çamaşırlarıydı.

Bir kutu sardalya konservesi yemek için kamaraya (başka kamara yoktu) girmiştim. Yemek masanın yanına, tam göz hizasına boylu boyunca bir ip gerilmişti ve üzerine iç çamaşırları asılmıştı. Tuvaletten gelen sifon sesini duydum, kafamı kaldırdığımda, o andan sonra sık sık görüp aşina olacağım yüzü gördüm: Pampa Hash tuvaletten çıktı. Sadece bir felsefe doktorunun bakabileceği gibi baktı bana: her şeyi görmezden gelerek, masayı, sardalyayı, çamaşırları, etrafımızı çeviren denizi, kısacası güçlü erilliğim (!) hariç her şeyi.

O gün yakınlaşmadık. Hatta hiçbir şey olmadı. Selamlaşmadık bile. O bana baktı, ben ona baktım, o güverteye çıktı, ben kamarada oturup sardalya yemeye devam ettim. O günlerde bazı ağzı kalabalıkların söylediği gibi ilk görüşte aşkın kurbanı olduğumuz doğru değildir.

Erotik açıdan bakıldığında, ikinci görüşmemiz de pek verimli geçmedi.
Onu mayoyla gördüğümüzde, dört adam nehrin kenarına oturmuş, plastik bir botu şişirmeye çalışıyorduk. Harika görünüyordu. Bazı erkeklerin zaman zaman hissettiği güç gösterisi yapma tutkusu beni ele geçirmişti. Hava pompasını kaptım ve çılgınlar gibi pompalamaya başladım. Plastik bot, beş dakika içinde patlayacak duruma gelmişti, sarfettiğim efordan dolayı ellerimde, sonradan yaraya dönüşecek baloncuklar oluşmuştu. Bana bakıyordu.

She thinks I’m terrific”, diye İngilizce düşündüm. Botu suya indirdik ve tıpkı Lord Baden-Powell'in dediği gibi “hayat nehrinin” yolunu tuttuk.

Nasıl da destansı bir yolculuktu! Yemeği ısıtmak için çıplak ve baloncuklanmış ellerimle odunları paramparça ettim ve neredeyse bilincimi kaybedene kadar ateşi üfledim: ardından bir tepeye tırmandım ve normalde korkudan soğuk terler döktürecek bir mesafeden suya atladım; bütün bu yaptıklarım arasında en dikkat çekeni kendimi akıntıya bırakmam ve Pampa'nın korkuyla bana seslenmesiydi. Yüz metre ileride kanlar içinde çıkardılar beni nehirden. Haylazlık yapmayı bitirmiştim. Bot paketlenmiş ve Jeep'e yüklenmişti. Çalıların arasında giyindim, bir kayanın üzerine oturup ayakkabılarımı giymeye başladığımda yanıma geldi.

Je me veux baigner.” - dedi.
“Je veux me baigner” diye düzelttim ve ayağa kalkıp ona sahip olmaya çalıştım, başaramadım.

Onunla birlikte olmam tamamen bir yanlış anlaşılma sonucunda gerçekleşti. Bir salonda tek başımıza oturmuş, önemsiz şeylerden konuşurken "Falanca bölgenin telefon kodu nedir?" diye sordu. Bilmiyordum, telefon rehberinden bulabileceğini söyledim. Salondan çıktı ve bir süre sonra beni yanına çağırdı; telefonun bulunduğu yere gittim, rehberin üzerine doğru eğilmişti: “Bölgeler nerede?” diye sordu. Ben biraz önceki konuşmayı tamamen unutmuştum, erojen bölgelerinin nerede olduğunu sorduğunu zannettim. Ben de bildiğim bölgeleri ona gösterdim.

Birbirimiz için doğmuştuk: ikimizin toplamı yüz altmış kilo tutuyordu. Takip eden aylarda yaşadığımız çalkantılı ve tutkulu ilişki boyunca, bufalo, orangutan, gergedan... kısacası bir erkeği küstürmeden kullanılabilecek bir çok lakap taktı bana. Ben rüyalar aleminde yaşıyordum, o ise, bu barbar topraklarda yaptığı yolculuk boyunca sürekli ishal olmaktan muzdaripti. Gittiğimiz yer deniz seviyesindeyse sorun yaşamıyorduk, günde on dört saat olan uyku ihtiyacını bir kenarda karşılayan, kabul edilebilir bir eşti. Ancak iki bin metrenin üzerine çıktığımızda güçlükle nefes alıyordu ve kolaylıkla bayılıyordu. Meksiko City'de onun yanında yaşamak hiç kolay değildi zira bayılacak ve yerden kaldıracağım diye hiç bitmeyen bir teyakkuz halinde beklemem gerekiyordu.

Patolojiye olan tutkusunu öğrendiğimde, sırf onu memnun etmek için, sadece ayrıcalıklı zoolojik türlerin olabileceği kadar sağlıklı olan ailemin bir dizi patolojik hastalıktan muzdarip olduğunu uydurdum.

Meksika’lılara özgü davranışları araştırmak gibi başka bir tutkusu daha vardı.

—Motorları sever misin? —diye sormuştu bir defasında—. Yanıtın senin milli karakterini ortaya çıkaracağını belirtmek isterim.

İlişkimizde bazı belli başlı düzensizliklere sahipti: örneğin, yemeğimi ödemesini istemeye cüret edemediğim tek kadındı, oysaki peso içinde yüzdüğünü biliyordum, üstelik paraların kendisine değil, Pumpernikel Foundation'a ait olduğundan da emindim. Dirseklerimi masanın üzerinde, kahve fincanımın bir o yanında bir bu yanında birleştirerek ve yüzümü ellerimin arasına alarak aylar boyunca onu izledim, bolca patates ve biftek yedi durdu.

Bifteklerin parasını benim ödeyeceğimi düşünen garsonlar, aylar boyunca belirgin bir küçümsemeyle süzdü beni. Bazen bana acıyordu ve bir parça et ikram ediyordu, ben, tabi ki, aç olmadığımı söyleyerek reddediyordum. Üstelik bir de bahşiş problemi vardı: %1 bahşiş bırakmanın kabul edilebilir olduğu yönünde bir teoriye sahipti, bu teoriye göre yirmi pesoluk bir yemek için kırk sent bahşiş bırakmak savurganlık oluyordu. Ömrüm boyunca bu kadar çok garsonu düşman edinmemiştim.*

Cebimde yirmi peso olan bir gün onu Bamerette'ye götürdüm. İki tekila istedik.

—Buraya en son geldiğimde —dedi— iskoç viskisi içip gitar çalmıştım, garsonlar beni film yıldızı zannetmişti.

Nedendir bilmem, bu söylediklerinden dolayı onu hiç affetmedim.

Vücudunun iriliği başka bir dezavantajdı. Bedenin altında iki dakika kalan kol hemen uyuşuyordu. İlişkimizi temsil edebilecek yegâne tarihsel karakter Sigurd’tu; yedi ateş çemberinden geçip Brunilda'ya** ulaşan, fakat onu uyandırmak mümkün olmadığı için kucaklamayı deneyen, bu da mümkün olmayınca ağır bir eşya gibi sürükleyerek götürmek zorunda kalan Sigurd.**

Ah, Pampa Hash! Benim tatlı, kocaman Pampa Hash'ım!

Öğrenmeye büyük bir merak duyuyordu.
—Beni seviyor musun?
—Evet.
—Neden?
—Bilmiyorum.
—Bana hayranlık duyuyor musun?
—Evet.
—Neden?
—Profesyonelsin, vicdanlısın, işinde oldukça beceriklisin. Bunlar benim hayranlık duyduğum özellikler.

Bu son söylediğim büyük bir yalandı. Zira Pampa Hash dağda bir yıl boyunca araştırma yaptıktan sonra, benim on beş gün içinde uydurabileceğim bir rapor yazabilmişti.
—Bu özelliklere neden hayranlık duyuyorsun?
—Bu kadar çok soru sormayalım ve kendimizi tutkunun kollarına bırakalım.
—Beni arzuluyor musun?

Polis sorgusu gibiydi. Bir gün alışverişe gittik. Hayatımda gördüğüm en zor alışverişti. Ona kalırsa her şey çok pahalı ve çok kalitesizdi veya tam olarak aradığı şey değildi. Üstelik garip bir nedenden dolayı, reyon görevlilerinin bütün mağazayı tarumar ederek ona ürünler göstermekten ve hiçbir şey satamadıktan sonra bütün ürünleri tekrar düzenlemekten zevk aldığını düşünüyordu.

İç çamaşırı meselesi bir senfoninin tekrar eden bölümü gibi ilişkimiz boyunca ortaya çıkıp duruyordu. “I need panties” dedi. İspanyolca nasıl söyleyeceğini ona öğrettim. En azından on mağaza gezdik, hepsinde aynı şey oldu: reyon görevlisinin yanına gidiyorduk, "şeye ihtiyacım var... mmm" diyordu ve kelimenin İspanyolcasını unutup bana doğru bakıyordu: “nasıl söyleniyordu?”, “iç çamaşırı” diye açıklıyordum. Görevli saniyenin milyonda biri kadar bir süre boyunca bana bir bakış atıp iç çamaşırlarını aramaya gidiyordu. Naylon olanları istemiyordu, pamuklu olanları da istemiyordu. Meksika'da pek de bulunmayan bir kumaştan üretilmeli ve utanç verecek kadar büyük boyutta olmalıydı. Doğal olarak hiçbir şey bulamadık. Birkaç tane mango satın aldık, parka gidip bir banka oturduk. Yarım mangonun kabuğunu güçlü dişleriyle nasıl söktüğünü, mangoyu nasıl yalayıp yuttuğunu ağzım açık izledim. Ardından mangonun diğer yarısını kaptı ve aynı işlemi, elinde sadece kuru bir kabuk kalana kadar tekrarladı. Bu kadının bana göre olmadığını o anda anlamıştım. Kendi payına düşen üç mangoyu bitirdikten sonra ağzını ve ellerini dikkatlice sildi, bir sigara yaktı, banka iyice kuruldu, gülümseyerek bana bakıp sordu:

—Beni seviyor musun?
—Hayır —dedim.
Tabii ki bana inanmadı.

Finale yaklaştığımızı biliyordum. Kendini ritme bıraktığı gün her şey son buldu.

Bir partiye katılmıştık, Colonia del Valle'li Fred Astaire olarak tanınan ve çok iyi danseden bir adam da partiye katılmıştı. Adamın özelliği tek başına dans etmesiydi, dans ederken kendi ayaklarına bakıyor, bu şekilde dans etmek onun zevkini arttırıyordu. Bir süre geçti. Tropik bir ritim çalmaya başladı. Korkunç bir şeyler olacağına dair bir his içimi kapladığı sırada birileriyle sohbet ediyordum. Kafamı çevirdim ve gördüğüm karşısında donup kaldım: Pampa, benim Pampa'm, öylesine çok sevdiğim kadın, Fred Astaire'nin etrafında dans ediyordu. Shiva'nın etrafında dans eden Mata Hari'ye benziyordu. Juarez Bulvarında “Ay, Cielitou Lindou…”*** diye şarkı söylemeye başladığı günden beri hiç bu kadar utandırmamıştı beni. Ne yapabilirdim? Tabi ki gözlerimi kaçırdım ve sohbete devam ettim. İşkence saatlerce sürdü.

Sonra yanıma geldi ve Meryem ana gibi ayaklarıma kapanarak konuştu: “Beni bağışla. Kendimi müziğin ritmine kaptırdım.” Hemen oracıkta bağışladım onu.

Kaldığı otele gittik (amacımız barışmaktı), asansöre bindik, tam kapıyı kapatmak üzereydik ki otelin yöneticisi yanımıza geldi ve hangi odada kaldığımızı sordu.

—Hanımefendiyle birlikteyim —dedim.
—Saat ondan sonra ziyaretçi kabul etmiyoruz.

Pampa Hash öfkelendi:
—Siz ne demek istiyorsunuz? Beyefendinin benimle birlikte odaya gelip valizini alması gerekiyor.
—Valizi siz indirin, o burada beklesin.
—Hiçbir şey indiremem, çok yorgunum.
—O zaman belboy indirir valizi.
—Belboy'a ödeme yapmak istemiyorum.
—Belboylara ödemeyi otel yapıyor, señorita.

Bu cümle tartışmaya son noktayı koydu.

Pampa Hash ve belboyun bindiği asansör yükselmeye başladı. Parmaklıklı asansörlerden biriydi, bu sayede belli bir yüksekliğe ulaştığında Pampa Hash'ın iç çamaşırını gördüm. Bunun bir sinyal olduğunu anladım: ortadan kaybolma vakti gelmişti.

Oradan ayrılmak üzereyken, yönetici beni durdurdu: “Valizi bekleyin.” Bekledim. Kısa bir süre sonra belboy lobiye indi ve aslında bana ait olmayan valizi elime tutuşturdu. Sokağa çıktım, adımlarımı kademeli olarak hızlandırarak oradan uzaklaştım.

Zavallı Pampa Hash, aynı gün hem beni kaybetmişti hem de valizinden olmuştu!

                                                             -Son-


Notlar:
* Meksika’da, yasal zorunluluk olmamakla birlikte, hesabın en azından yüzde 15’i kadar bahşiş bırakmak gibi bir gelenek mevcut. Bahşiş bırakmayanların veya daha az bahşiş bırakanların garsonlar tarafından pek de sevilmediği, kulaklarının çınlatıldığı doğrudur/812.

** Cermen mitolojisinde adı geçen iki kahraman.

*** Bir Meksika halk şarkısı. Dinlemek isteyenler buraya tıklayabilir.




Acción Poética

Acción Poética

Joyas de America Latina

Joyas de America Latina
Gabriel "Gabo" Marquez